Hazırlayan : Muharrem Günay Sıddıkoğlu
Başta Osmanlı devleti olmak üzere Hunlar zamanından beri tarih sahnesine çıkan Türk devletleri istisnasız birer hizmet devleti olmuşlar, devlet hayatında insan faktörünün önemini kavramışlar, tabiyetinde bulunan insanlara hiçbir ayrım yapmadan adaletle hizmet etmişler,“İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” düşüncesini devlet hayatında tatbik etmişlerdir.
Eski Türklerde millet, “Budun” sözcüğü ile ifade edilirdi. Milletin temeli aile idi. Eski Türklere göre “Gök kubbesi devletin çadır ailenin örtüsü” idi. Birinin altında devlet öbürünün altında aile yaşardı. “Halk” sözcüğünün karşılığı ise eski Türkçede “Kün” idi. İl (el) ve kün (gün) kelimeleri bir arada sıkça kullanılırdı. Bu sözcükler günümüzde de “Ele (ile) güne (küne) rezil olma.(devlete ve halka rezil olma) şeklinde kullanılmaktadır.
Eski Türkler devlet hayatında nüfusun, yani insan gücünün önemini çok iyi kavramışlardı. Tarihi kaynaklardan öğrendiğimize göre, hakanların en başta gelen görevi; “Az milleti çok kılmak, başka yerlere göçmüş halkı tekrar yurtlarına toplamak, açları doyurmak, yoksulu giydirmek, halkı zenginleştirmekti.” Bu ifadelere Göktürk yazıtlarında çokça rastlanır.
Türk-Moğol imparatorluğunun hükümdarı Cengiz Han başlangıçta vahşi bir kabile reisi idi. Bu çağlarda Cengiz ‘in büyük devlet idaresinden haberi yoktu. Aldığı şehirlerde malları yağmalıyor ve insanları da bir tane bile geride bırakmaksızın öldürüyordu. Cengiz Han’ın yine bir şehri aldığı ve şehrin insanlarını da öldürdüğü bir sırada, Doğu Türkistan’daki Hami şehrinden gelen Tapan adlı bir Türk, ona şöyle demişti:
“Siz insanları öldürüp toprağı boş bırakıyorsunuz! Hâlbuki devlet, insan ile topraktan meydana gelir. İnsansız devlet olmaz! ” Çin tarihlerinin yazdıklarına göre, Cengiz Han bu sözlerden büyük bir ders almış ve bundan sonra hiç olmazsa teslim olan şehirlerin halkını öldürmemeğe çalışmıştı. (Ögel,1997, 2: 26)
Oğuz Destanı’nda geçen “Halkımız çok olsun” cümlesinden nüfusun önemini Türklerin mitolojik çağlardan beri kavradığını anlıyoruz.
İslam dini de nüfusun hem çokluğuna hem de kalitesine önem vermiştir. Peygamberimizin evlenme ve çoğalma ile ilgili pek çok hadisi vardır. Nice az olanların çok olanlara galip geldiğini belirten ayet ve hadislerde ise nüfusun ve insanın kalitesine, niteliğine dikkat çekilmiştir. (Bak Bakara suresi ayet: 249)
Eski Türkler nüfusun çokluğunun yanında kalitesine de önem verirlerdi. Çünkü kendilerinden sayıca çok kalaba olan Çinlilerle mücadele edebilmek, hür ve bağımsız kalabilmek için bu şarttı. Hem ahlak hem de savaş sanatı açısından kaliteli fakat sayıca az olan Türk orduları bu nitelikleri sayesinde kalabalık düşman ordularına her zaman galip gelmişlerdir.
Eski Türklere göre devletin temel unsuru ve gerçek sahibi budun yani millettir. Göktürk kitabelerinde Türk budununun:
“Kime il (devlet) kazandırıyorum? ” ve “Hangi kağana işimi, gücümü veriyorum, kimin için çalışıyorum? “, “Türk milleti il yaptığı ilini, kağan yaptığı kağanını kaybetmiş” diye haykırması, feryat etmesi bizzat devlet kurduğunun bilincinde olduğunun ifadesidir.
Kitabelerden öğrendiğimize göre; Yüce Tanrı “Türk milletinin adı sanı yok olmasın” diye hakanlar göndermiştir; Türk milletine devlet vermiştir. Yani devletin asıl sahibi olan millettir; devlet millet içindir. Kitabelere göre il (devlet) veren Tanrı’dır. Kitabelerde bu ifade “İl berigme Tanrı- Devlet veren Tanrı” şeklinde geçmektedir. Yine eski Türklere göre Tanrı’nın kut verdiği (bağış) verdiği ve hakanlık makamına getirdiği kağanlar Tanrı’nın kutuna layık olmazlarsa, töreye göre hareket etmezler ise, görevlerini yerine getirmezlerse Tanrı onları cezalandırır ve hakanlık makamından düşürürdü.
Göktürk kitabelerindeki şu ifadeler de Türk milletinde devlet şuurunun varlığına işaret etmektedir:
“Babam Kağan ( İlteriş-Kutluğ) kağan on yedi er ile harekete geçti. Haberi işiten dağdakiler, ovadakiler toplanıp geldiler; önce yetmiş, sonra da yedi yüz kişi oldular. Hakanlığı atalarının törelerine göre kullandılar, yeniden kurdular.” Aynı konuda ünlü Göktürk veziri Tonyukuk şunları söylemektedir:
“(Gelenlerin) İki kısmı atlı, bir kısmı yaya idi.” Görüldüğü gibi istiklale ve devlet kurmaya koşan, hem de yaya olarak koşan, devletin temel unsuru ve sahibi olan milletti.
Türk milleti ve hakanların birleşme noktası töre idi. Töreye kimse karşı gelemezdi. Töreye uygun hareket etmeyen kağanlara itaat edilmezdi. Töreye uygun hareket etmeyen beylere ve hakanlara:
“Bey bu makama sen kendi gücünle gelmedin, onu sana Tanrı verdi” diye ikazda bulunulurdu. “Töre konuşunca hakan susar. Zor kapıdan girerse töre bacadan çıkar” gibi atasözleri bu anlayışın ifadesidir.
Demek ki eski Türklerde devletin temel unsuru ve sahibi millet idi. Devlet millet içindi. Ülkeyi idare eden yönetici kadro da bunun bilincinde idi.
İslâm öncesi devirlerde olduğu gibi İslâmi devirlerle birlikte de eski törelerinin icabı olarak Türkler idaresi altındaki halklara Müslüman, gayrimüslim ayrımı yapmadılar herkese eşitlik ve adalet ölçüleri içerisinde yaklaşıp hizmet ettiler.